Yalnız, sessiz ve içine kapanık bir insan olan Haruki ile sosyal, arkadaşları tarafından sevilen ve hayata sıkı sıkıya bağlı olan Sakura arasında gerçekleşen sıkı dostluğu izlemekteyiz. Eserin adı, kendisi kadar ilginç ve yanlış anlaşılmaya müsait. Belki de bir dosta izlemesi için öneride bulunurken komik de gelebilir. Fakat anime filmin sonunda her şeyin ne kadar anlamlı olduğunu anlıyoruz. Nedir bu anlam? İlk başta kulağa bu kadar komik ve ilginç gelebilecek bir ad, nasıl oluyor da kalbimizin en derinlerine dokunuyor ve anlam kazanıyor?
Her şeyin temelinde Sakura’nın ölümcül bir hastalığa yakalanması yatıyor. Sadece birkaç yıl ömrü kalmış ve bunu herkesten gizliyor. Kendi duygularını ve hayatının geri kalanını “ölümle yaşamak” adlı günlüğe yazmakta. Bir muayene günü Sakura günlüğünü bekleme salonunda unutur. Günlüğü bulacak kişi ise Haruki’dir. Ne olduğunu merak ederek okumaya başlar, bu sayede Sakura’nın hastalığından haberdar olur. Günlüğünü geri almak için gelen Sakura, Haruki ile böylelikle tanışmış olur ve artık hastalığından haberdar olan birisi vardır.
Sakura’nın hastalığını saklaması, sevdiklerine karşı bencillik yapıyor gibi gözükse de, aslında cesaret gerektiren bir hareket. Çünkü o ömrünün geri kalanını hastalara gösterilen şefkat ve acıma duyguları içerisinde yaşamak istememekte. Herkes ilgiye muhtaçtır, bunun az olması veya çok olması insandan insana değişir. Fakat Sakura bu ilgiyi elini tersiyle itmekte ve bir bakıma doğru yapmakta. Çünkü ilginin yanında gelecek olan farklı sorumluluklar katlanılacak şekilde değildir. Üstelik Sakura hayatının geri kalanını onun için üzülen insanlarla geçirmek istemiyordu. Bir bakıma haklıydı, çünkü onun diğer insanlardan farklı olduğu bir yanı yoktu. Sakura’yı özel kılan neydi? Hastalığı mı? Ölecek olması mı? Her canlı için ölüm kaçınılmaz bir sondur. Sakura’yı farklı kılan tahmini olarak ne zaman öleceğini biliyor olmasıydı. Buna rağmen hala kalan hayatını dolu dolu yaşamak istemesi her insanın yapamayacağı bir şeydi ve büyük bir olgunluk göstergesiydi.
Artık tüm bu gizemi bozacak birisi vardı. Hastalığını bilen birisi, Haruki. Anlamı olmayan bir şeyin hayatımızdaki varlığı hakkında ne kadar emin olabiliriz? Hadi olduk diyelim, bu varlık hayatımıza bir şekilde girmiş olsa da anlamı olmadan bizi nasıl etkiler? Haruki’nin hayatında Sakura’nın konumu bu şekildeydi. Anlamı olmayan bir insan. Çünkü henüz birbirlerine bağlanmamışlardı, henüz bağ kurmamışlardı. Sanılanın aksine Haruki için Sakura’nın ölüyor olması bir şey ifade etmiyordu. Çünkü hayatında Sakura diye bir insan var mıydı ki öldüğünde yok olsun? Biz insanlar kendi türümüzden ya da bizden daha aşağıda gördüğümüz bir varlığın ölümüne üzülürüz. Her ne kadar bir bağımız olmasa da, tanımadığımız bir insanın ölümüne şahitlik ettiğimizde ya da ölen kişinin yakınlarının üzüntüsünü gördüğümüzde ister istemez hüzünleniriz. Fakat başkarakterimiz Haruki bu empatiden yoksundur. Bu onu kötü bir insan yapmaz çünkü duygularıyla hareket etmemektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi biz insanlar ölümlere karşı hüzünlenir ya da üzülürüz. Doğal olarak böylesi durumlarda duygularımızla hareket etmekteyiz ya da hareket edememekte. Oysa Haruki’nin üzerinde bu duyguların bir etkisi bulunmamakta. Çünkü o tamamen mantığıyla hareket eden bir insan.
Sakura ilk başta hastalığının açığa çıktığı için karşısındaki insanın ona acıyacağını ve şefkat göstereceğini düşünmüş olabilir. Fakat Haruki ilgilenmemekteydi, sıradan bir durummuş gibi günlüğü iade etti. Belki de arkadaşlıkları bu yüzden başlamıştı. Çünkü Sakura’nın etrafında ona acıyacak tek bir insana bile ihtiyacı yoktu. Haruki’yi ilginç yapan bu duygu yoksunluğuydu. Onu ilgi çekici kılıyor ve diğer insanlardan ayırıyordu. Sakura için biçilmiş kaftan olacaktı, hayatının geri kalanını beraber geçirebileceği ve ölümü için endişelenmeyecek bir dost. Elbette Sakura’nın öncelikle bu dostluğu kazanması gerekmekteydi. Fakat bu zorlu olacaktı. Çünkü dostluk değer ister, anlam ister özetle duygu ister. Tüm bunlarla birlikte kendini tamamen insanlara kapatmış birisinin dostluğunu kazanmak hiç kolay olmayacaktır.
Bir ilişkinin derinleşmesi için zaman gerekmektedir. Böylelikle yavaş yavaş bağ kurulur. Bazı bağlar kuvvetli, bazıları zayıftır. Bazıları ise öyle güçlüdür ki iki beden tek varlıkmış gibi hareket eder. Bağ kurmak sorumluluk ister, cesaret ister. Özellikle yakın zamanda kaybedeceğiniz birine bağlanmak büyük cesaret ister. Fakat insan bunları düşünerek hareket etmez. Öyle olsaydı, mantığımıza göre en uygun ilişkileri seçer, kendimizi en sağlam konuma getirirdik. Oysa en iyi ilişkiler ansızın gelişen, zamanla ilerleyen ve ilerlerlerken üzerine düşünülmeyenlerdir. Üzerine düşünülmez çünkü insan içsel olarak ona itilir. Kişi istemsizce o bağları kurmaya başlar, henüz aklı başında değildir. Haruki’nin de Sakura’ya olan ilgisi böyle başlar. Sağlam, duygulardan yoksun ve ne istediğini bilen bir insanmış gibi karşımıza çıkan başkarakterimiz, günlüğü iade ettiği günden itibaren Sakura’ya doğru çekilir. Böylelikle Haruki’nin içinde gizlenmiş duygular yavaş yavaş açığa çıkacaktır. İlk defa birisine değer vermeye başlar ve oldukça acemidir.
İki karakter arasındaki bağ filmin ilerleyen dakikalarında oldukça kuvvetlenir. Sakura ile Haruki arasındaki bu bağın temelinde elbette beraber geçirilen vakit yer almakta. Fakat gelişen bu güzel dostluğa bir kavram eşlik etmekte. Ölüm. Öleceğini, biteceğini bilerek kurulan bağ daha kuvvetli değil midir? Çünkü her şey için sadece tek hakkımız var ve bunu en iyi şekilde kullanmamız gerekiyor. Bir insana sevdiğini söylemek için yarını beklemek niye? Ya da gitmek istediğimiz ama gündelik işlerden bir türlü fırsat bulamadığımız o yerlere niçin gitmiyoruz? Neyi bekliyor insanoğlu? Sakura bunun farkında. Bu yüzden hayatı boyunca yapmak istediği fakat bir türlü fırsat bulamadığı şeyleri son günlerinde Haruki ile yapmaya kararlı. Sonucu iyi ya da kötü, yapmış olmak yeterli olacaktır. Çünkü tek hakkımız var ve bu kötü bir şey değil. Yapacağımız her eylemin, alacağımız her kararın biricik olmasını sağlayan bu tek haktır. Şüphesiz sonsuz hakkı olanın eylemi ya da kararı biricik olmaz. Bu yüzden Sakura ile Haruki arasındaki bağ biricik, nadir, özel şeylerle kurulmaktaydı. Biz insanların Sakura’dan farkı var mıdır? Neden hiç ölmeyecekmiş gibi davranıyor ve zayıf bağlarla ilişkiler kuruyoruz?
Filmin ilerleyen dakikalarında, Haruki ve Sakura arasındaki bağın arkadaşlık ile aşk arkasında gidip geldiğini izliyoruz. Bunu birlikte geçirdikleri vakitlerin sıklığından ve bazı anlık yakınlaşmalardan, duygu paylaşımlarından anlayabiliriz. Fakat bunlarla birlikte en önemli şey Haruki’nin kaybetme korkusudur. Sakura’ya değer veriyordur ve onun ölecek olması aklını oldukça karıştırmaktadır. Bu korkudan dolayı, her insanın da yapacağı gibi kendini korumak ister. Çünkü insan kaybedeceğini bildiği bir şeye değer vermek istemez, sonunda üzüleceğini bilir. Haruki istemsizce Sakura’ya doğru çekilirken, aynı zamanda onun arkadaşı ya da sevgilisi olmaktan çekinmektedir. Ama bir yandan da artık hayatında Sakura diye bir varlık vardır. Değer verdiği bir insan. Bu yüzden ilişkilerine bir ad vermesi oldukça güç bir durumdur. Çünkü bazı ilişkiler vardır arkadaş olamayacak kadar duygu barındırır. Aynı zamanda birçok etken sevgili olmayı engeller. Aslında böylesi ilişkilerin bir adı olmasa bile, bu duyguları paylaşan iki insan bir ad arayışına gereksinim duymayabilir. Çünkü böylesi bağlarla bağlanan insanlar birbirlerini bilirler, aralarındaki ilişkinin bir adı olmasa bile hiçbir şey söylemeden anlaşabilirler. Bazı ilişkilerin açıklanmasına, bir adı olmasına gerek yoktur.
Ölüm Sakura için farklı bir son planlamaktadır. Ve onun “sürpriz” bir şekilde ölmesi, aslında diğer insanlardan farkının olmadığını göstermekteydi. Bir insanın farkına varacağı en büyük şey, bir gün öleceğini bilerek yaşamasıdır. Sakura hastalığı sayesinde bunun farkına vardı. İlaçlarla, tedavi süreçleri ile hayata tutunmaya çalışabilirdi. Fakat o farklı baktı son günlerine. Aslında sıkı sıkıya tutunuyordu hayata. Haruki hayatın ve yaşamanın anlamını Sakura sayesinde öğrendi. Ölüme yakın olan bir insan sayesinde. Ne gariptir, ölmekte olan bir insanın, yaşamı yaşayanlara anlatması. Hayatın anlamını anlayabilmek için Sakura gibi acımasız bir hastalığın pençesine düşmeye gerek yok. Sadece sonsuz ömrümüz varmış gibi yaşamayalım, yeterli. Haruki’nin karşısına bir insan çıktı, ona sevmeyi, değer vermeyi öğretti. Yaşam da buydu zaten. Nefret etmek, öfke duymak, sevmek. Yani başkalarıyla bağ kurmak. İşte şimdi, pankreasını yemek istiyorum gibi absürt bir cümle, filmin sonunda biz izleyenler için daha anlamlı. Şeyleri anlamlı kılan bizleriz. Aynı şekilde bir şeyi değersizleştirebiliriz. Hayatımıza giren her insana karşı sorumluluğumuz vardır. Onlardan öğreneceğiz, hayatlarımıza dokunduklarında tepki vereceğiz. Belki üzüleceğiz, kırılacağız fakat yaşadığımızı anlayacağız.
Samet CANER
Çok anlamlı bir yazı olmuş, teşekkürler.